Satış Sözleşmesi Nedir?
Satış sözleşmesi, satıcının, satılanın zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme, alıcının ise buna karşılık bir bedel ödeme borcunu üstlendiği sözleşmedir. Sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça veya aksine bir âdet bulunmadıkça, satıcı ve alıcı borçlarını aynı anda ifa etmekle yükümlüdürler.
Türk Borçlar Kanunu’nda satış sözleşmeleri taşınır ve taşınmaz satışı olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.
Türk Borçlar Kanunu 207. Md.
Satış sözleşmelerinde alıcının satış sözleşmesi dolayısıyla yükümlülüğü, satış sözleşmesinde kararlaştırılmış olduğu biçimde satış bedelini ödemek ve kendisine sunulan satılanı devralmaktır. Bu yükümlülüklerini hiç veya gereği gibi yerine getirmeyen alıcı (borçlu), temerrüde düşmüş olacaktır. TBK’nın 117. Maddesinde temerrüdün tanımından ziyade “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer.” İfadesiyle temerrüdün şartları sayılmıştır. Madde metni incelendiğinde, birinci fıkrada borçlu temerrüdünün oluşması için muaccel bir borç ve ihtar şartlarının varlığından bahsedildiği açıkça anlaşılmaktadır. Doktrinde , borçlu temerrüdü için bu iki şart dışında kanunda düzenlenmemiş olmakla birlikte ayrıca borcun ifa edilebilir nitelikte olması ve alacaklının bu ifanın gerçekleştirilmesi sırasında üzerine düşen görevleri yapması şartlarının da aranmasının gerekli olduğu belirtilmektedir.
Satış Sözleşmesinde Borçlunun Temerrüde Düşmesi İçin Gerekli Olan Şartlar Nelerdir?
Borçlunun temerrüde düşmesi için gerekli olan şartlar aşağıda detaylı bir şekilde iletilmiştir;
- Muacceli yet: Borçlunun temerrüde düşürülebilmesi için öncelikle alacağın muaccel olması yani hukuken ödenebilir olması gerekmektedir. Bu durum uygulamada daha çok sözleşmede belirlenen vade tarihi olarak karşımıza çıkmaktadır.
- İhtar: Kural olarak borçlunun temerrüde düşmesi, alacaklı tarafından borcun uygun bir süre içerisinde ifa edilmesi talebinin borçluya iletilmesi şartına bağlıdır. Ancak bu kuralın istisnası olarak, taraflarca belirli bir vadenin sözleşmede belirlenmiş olması durumunda ihtara gerek bulunmamaktadır.
- Borcun İfasının Mümkün Olması: Borcun ifasının mümkün olması şartı, ifa edilecek edim açısından imkânsızlık koşullarının bulunmaması anlamına gelmektedir. Örnek vermek gerekirse, belirli bir otomobilin satılmasına ilişkin satış sözleşmesi akdedilmesi durumunda, otomobilin yanması ve kullanılamayacak duruma gelmesi ihtimalinde artık temerrüt hükümleri değil, ifa imkansızlığına ilişkin sorumluluk hükümler uygulanacaktır.
- Alacaklının İfayı Kabule Hazır Olması: Alacaklı ifayı hukuken geçerli bir nedeni olmaksızın kabul etmezse bu durumda alacaklının temerrüdü hükümleri uygulanacağından, borçlunun temerrüde düşmesi açısından alacaklının ifayı kabule hazır olması gerekmektedir.
Türk Borçlar Kanunu 207. Md.
M. Kemal Oğuzman, M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Gözden geçirilmiş 7. ( Tıpkı) Bası, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2009, s. 295; Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı (Tıpkı Basım), İstanbul, Beta Basım, 2009, s. 1045-1046;
Oğuzman, Öz, a.g.e., s. 302.
- Borçlu Temerrüdünde Kusurun Rolü: Borçlunun temerrüde düşmesi için kusurlu olması şart değildir. Bu sebeple borçlu ifada kusuru olmadan gecikse bile temerrüde düşmüş olur. Borçlunun temerrüde düşmede kusuru aranmamakla birlikte, temerrüdün bazı sonuçları açısından borçlunun kusurlu olması zorunludur. Borçlar Kanunu temerrüdün oluşması için kusurun varlığını şart koşmamakla “objektif” temerrüt teorisini kabul etmiştir . Temerrüdün oluşması için kusurun varlığı gerekli değil iken temerrüdün sonuçlarından olan -özellikle- gecikme tazminatı, karşılıklı akitlerde taraflardan birinin temerrüdü durumunda ifa yerine öngörülen müspet zararın tazminin istenebilmesi, sözleşmeden dönme hâlinde menfî zararının karşılanmasının istenmesi ve temerrüt faizini aşan zararların para borçlarında tazmini hususlarında kusurun varlığı şarttır . Buna karşın temerrüt faizinin ödenmesi ve iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde sözleşmeden dönmek için borçlunun kusurlu olması aranmaz . Burada dikkat çekilmesi gereken husus, borçlu aleyhine bir kusur karinesinin varlığıdır. Borçlu temerrüde düşmede kusursuz bile olsa, bunu ispat etmediği müddetçe yukarıda bahsi geçen borçlu temerrüdünün kusura bağlı sonuçlarından sorumludur.
A- Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde Borçlu Temerrüdünün Sonuçları ve Alacaklının Seçimlik Hakları
Satış sözleşmeleri karşılıklı borç yükleyen sözleşme türlerinden biri kapsamına girdiğinden, Türk Borçlar Kanunu’nun 125. Maddesinde temerrüde düşen borçlu, verilen süre içinde, borcunu ifa etmemişse veya süre verilmesini gerektirmeyen bir durum söz konusu ise alacaklıya temerrüdün genel sonuçlarına göre ek imkanlar tanınmıştır. Buna göre;
- Alacaklı, her zaman borcun ifasını ve gecikme sebebiyle tazminat isteme hakkına sahiptir.
- Alacaklı, ayrıca borcun ifasından ve gecikme tazminatı isteme hakkından vazgeçtiğini hemen bildirerek, borcun ifa edilmemesinden doğan zararın giderilmesini isteyebilir veya sözleşmeden dönebilir. Kanun koyucu bu fıkrada alacaklının ifa yerine olumlu/müspet zararının tazminini talep etmek hakkı sağlamıştır. Alacaklının bu seçimlik hakkını kullanması halinde talep edebileceği zararı “olumlu zarar” ya da “müspet zarar” olarak da ifade edilen, borçlunun borcunu hiç ya da gereği gibi yerine getirmemesi nedeniyle uğradığı zarardır.
TBK m. 125/II anlamında müspet zarar kapsamı, iki unsurdan meydana gelmektedir. Bunlar: alacaklının ifadan vazgeçtiği anda borçlanılan edimin arz ettiği değer ve gecikmeden doğan zarardır .
Bu itibarla müspet zararın kapsamı; esasen edimin ifa edilmemesi nedeniyle alacaklının malvarlığında edimin parasal değeri kadar meydana gelen azalmadır. Bu azalma yanında somut yöntemin tercih edilmesi halinde ikame alım için yapılacak masraflar, yeni bir sözleşme kurmak için yapılan masraflar ile gecikme ile uygun illiyet bağı içerisinde bulunan zararlar bu kapsamda tazmin edilebilecektir. Bu sebeple, dava giderleri, seçim hakkının kullanılması için yapılan masraflar, cezai şart, para borçlarında temerrüt halinde temerrüt faizi, munzam zarar, kullanma ve değerlendirme amacına göre yoksun kalınan kar , gecikme ile uygun illiyet bağı içerisindeki zarar kalemlerini oluşturur.
Yoksun kalınan kar ise alacaklının malvarlığında meydana gelmesi muhtemel olan ve borçlunun temerrüdü sebebiyle engellenen değer artışlarıdır .
Sözleşmeden dönme hâlinde taraflar, karşılıklı olarak ifa yükümlülüğünden kurtulurlar ve daha önce ifa ettikleri edimleri geri isteyebilirler. Bu durumda borçlu, temerrüde düşmekte kusuru olmadığını ispat edemezse alacaklı, sözleşmenin hükümsüz kalması sebebiyle uğradığı zararın giderilmesini de isteyebilir. Bu hakkını kullanmak isteyen alacaklı sözleşmeden dönerek menfi, bir diğer ifadeyle olumsuz zararının tazminini talep edebilir. Menfi zarar, sözleşmenin kurulamamasından veya geçersiz olmasından doğan zarardır. Bir başka deyişle, sözleşmenin kurulduğuna veya geçerli olarak kurulmuş bulunduğuna duyulan güvenin boşa çıkmasından doğan bir zarar söz konusudur .
TBK’nın 123. Maddesine göre, Her iki tarafa borç yükleyen sözleşmelere ilişkin temerrütten doğan seçimlik haklarının kullanılabilmesi için alacaklı borcun ifa edilmesi için uygun bir süre verebilir veya uygun bir süre verilmesini hâkimden isteyebilir.
Ancak yine TBK’nın 124. Maddesine göre;
Aşağıdaki durumlarda süre verilmesine gerek yoktur:
- Borçlunun içinde bulunduğu durumdan veya tutumundan süre verilmesinin etkisiz olacağı anlaşılıyorsa.
- Borçlunun temerrüdü sonucunda borcun ifası alacaklı için yararsız kalmışsa.
- Borcun ifasının, belirli bir zamanda veya belirli bir süre içinde gerçekleşmemesi üzerine, ifanın artık kabul edilmeyeceği sözleşmeden anlaşılıyorsa.
B- Para Borçlarında Temerrüdün Sonuçları:
Kanun koyucu birçok borç ilişkisinde edimin para borcu olması nedeniyle, temerrüdün para borçlarıyla ilgili sonuçlarını ayrıca hükme bağlamıştır. Para borcunun kaynağı her ne olursa olsun bu hükümler uygulama alanı bulacaktır.
Y. HGK. T. 12.05.2010, E.2010/14-244, K.2010/260: “Kâr kaybı ise kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir. Aslında kâr kaybı açısından kardan yoksun kalan tarafın malvarlığında kusurlu fesihten önce ve sonra bir değişiklik yoktur. Burada kardan yoksun kalan kusurlu fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kâr kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.”
TÜMERDEM, Murat; “Sürekli Borç İlişkilerinde Borçlunun Temerrüdü ve Sonuçları”, Ankara, 2018, s.259.
EREN, Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara, 2015, Yetkin Yayınları, 18. Basım, s. 1057.
- Temerrüt Faizi: Para borçlarında temerrüde düşen borçlu, TBK m. 120 ve 3095 Sayılı Kanun m. 2 gereğince; temerrüt faizi ödemek zorundadır. Temerrüt faizi doğrudan doğruya kanundan doğmakta olup yalnızca para borçlarında uygulanır. Temerrüt faizi, bir yandan alacaklının parasını borçlunun elinde bulundurması nedeniyle kullanıp değerlendirme imkânından yoksun kalmasından doğan zararın giderilmesi, diğer yandan da karşılıksız kredi sağlayan, sebepsiz zenginleşen borçlunun bu zenginleşmeyi iade etmesi fikrine dayanmaktadır. Temerrüt faizi temerrüdün doğrudan doğruya sonucu olup, bunun ödenmesi için alacaklının zarara uğraması şart olmayıp, borçlunun kusurlu olması da şart değildir.
- Aşkın (Munzam) Zarar: Kanun koyucu, borçlunun temerrüde düşmesi sebebiyle alacaklının uğradığı zararı ilk planda temerrüt faizi ile gidermeyi amaçlamış olup alacaklının zarara uğradığını ve borçlunun kusurlu olduğunu ispatlamaksızın, zararını elde edeceği temerrüt faizi ile gidermesini öngörmüştür. Diğer yandan para borçlarında borçlunun temerrüdü nedeniyle alacaklının uğramış olduğu zarar, temerrüt faizinden fazla olabilir; bu zarara aşkın zarar (munzam zarar) adı verilmektedir . Aşkın zarar, fiili zarar şeklinde ve yoksun kalınan kar şeklinde ortaya çıkabilir . Alacaklının aşkın zarar talep edebilmesi için; zararının temerrüt faizi ile karşılanamadığını ispatlaması gerekmektedir. Alacaklı, geç ödeme sonucunda zarar meydana geldiğini ve zarar ile geç ödeme arasında uygun illiyet bağı olduğunu somut delillerle ispatlamakla yükümlüdür. Bu hususları ispat etmesi halinde alacaklı, borçludan temerrüt faizini aşan zararlarının tazminini talep edebilecektir.
C- Alacaklının Başvurabileceği Hukuki Yollar
Borçlunun, satış sözleşmesi gereğince edimini hiç ya da gereği gibi (sözleşmede belirlendiği şekliyle) ifa etmemesi halinde, örnek vermek gerekirse, bir telefonun satışına ilişkin sözleşmede borçlunun telefon için belirlenen satış bedelini sözleşmede belirlenen sürede satıcıya ödememesi durumunda, alacaklı olan satıcının yukarıda belirtilen seçimlik haklarını kullanması ve bu bağlamda bir alacak ve/veya tazminat davası açması söz konusu olacaktır.
Bu durumda alacaklının açacağı alacak ve/veya tazminat davalarında görevli mahkeme Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 2. Maddesine göre genel görevli mahkeme olan Asliye Hukuk Mahkemeleridir.
Alacak davalarında yetkili mahkeme ise, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 6. Maddesinde belirtilen genel yetki kuralına göre davalı borçlunun yerleşim yeri mahkemesi olabileceği gibi, HMK’nın 10. Maddesine göre, sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir. Bu yetki kuralı kesin yetki anlamında olmadığından hem genel yetki kuralına göre borçlunun yerleşim yeri mahkemeleri, hem de sözleşmelere ilişkin yetki kuralı gereğince sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemeleri yetkili mahkeme olacaktır.
Sözleşmenin ifa edileceği yere ilişkin olarak; Türk Borçlar Kanunu’nun 89. Maddesine göre; “Borcun ifa yeri, tarafların açık veya örtülü iradelerine göre belirlenir. Aksine bir anlaşma yoksa, aşağıdaki hükümler uygulanır;
- Para borçları, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde,
- Parça borçları, sözleşmenin kurulduğu sırada borç konusunun bulunduğu yerde,
- Bunların dışındaki bütün borçlar, doğumları sırasında borçlunun yerleşim yerinde, ifa edilir.
Alacaklının yerleşim yerinde ifası gereken bir borcun doğumundan sonra alacaklının yerleşim yerini değiştirmesi sebebiyle ifa önemli ölçüde güçleşmişse borç, alacaklının önceki yerleşim yerinde ifa edilebilir.”
İlgili hükme göre, borçlunun temerrüde düşmüş olması nedeniyle açılacak olan alacak ve/veya tazminat davalarında yetkili mahkeme genel yetki kuralının yanı sıra, para borçlarının ifa edileceği yer olan alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yeri mahkemeleridir.
Son olarak, zamanaşımına da değinmek gerekirse, TBK’nın 146. Maddesi gereğince alacaklara uygulanacak zamanaşımı, genel zamanaşımı olan 10 yıldır. Bu sürenin geçmesi ile alacaklı, alacak talebi ile dava açtığında zamanaşımı def’i ile karşı karşıya kalabilecektir. Zamanaşımının başlangıç tarihi olarak borcun muaccel olduğu vade tarihinin esas alınması gerekmektedir.