T.C. Anayasası’nın 35. maddesine göre; herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
Yapı sahibi (malik), ister yapıyı istisna sözleşmesi gereği mimara sipariş vererek yaptırsın, ister sonradan satın alsın, onu kendi ihtiyaçlarına göre kullanmak hak ve yetkisine sahiptir. Bu yetki yapı sahibinin Türk Medeni Kanunu’nda yer alan “mülkiyet hakkı”ndan ileri gelmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesine göre mülkiyet hakkı şu şekilde belirlenmiştir: “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız el atmanın önlenmesini de dava edebilir.”
Malik, İmar Mevzuatı’nın izin verdiği sınırlar içinde ve ekonomik olarak en verimli şekilde yapıyı değiştirebilir ve genişletebilir. Hatta değişen imar mevzuatına göre, değişiklik yapması malik için bir hak olduğu kadar aynı zamanda bir mükellefiyettir. Böyle bir durumda eser sahibi olan mimarın değişikliği engelleyebilmesi söz konusu olamaz. İsviçre Hukuku doktrininde, yapının iktisadi fonksiyonunu idame ettirebilmesi için esaslı surette tadili gerekiyorsa, bu durum yapının yıkılıp yeniden yapılanmasına eş tutulmuş ve mimara herhangi bir talep hakkı tanınmamıştır.
Türk Hukukuna göre, Medeni Hukuk bu geniş olanakları malike tanısa da, Fikri Mülkiyet Hukuku açısından bazı sınırlamalar söz konusudur. Malik yapacağı değişiklik ve genişletmelerde mimarın mesleki şeref ve itibarına aykırı hareket etmemelidir . Buradan çıkacak anlam yapının orijinal şeklini aynen muhafazadan ziyade, onun fikri yaratıcılığını gösteren mimari unsurların muhafazasıdır . Aksi takdirde malik sırf fonksiyonel amaçlarla mimarın özgün yapısına ve fikri emeğine tecavüz etmiş sayılacaktır.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) madde 16; “Eser sahibinin (mimarın) izni olmadıkça eserde veyahut eser sahibinin adında kısaltmalar ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz. Kanunun veya eser sahibinin müsaadesiyle bir eseri işleyen, umuma arz eden, çoğaltan, yayımlayan, temsil eden veya başka bir suretle yayan kimse; işleme, çoğaltma, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değiştirmeleri eser sahibinin hususî bir izni olmaksızın da yapabilir. Eser sahibi, kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. Menetme yetkisinden bu hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bir yaratının eser olarak adlandırılabilmesi ve hukuki korumalardan yararlanabilmesi için sahibinin hususiyetini (özelliklerini) taşıması gerekmektedir. Bu nedenle bir eserde değişiklik yapmak kimi zaman o eserin özelliğine zarar vermek anlamına gelmektedir. Eser sahibinin özelliği eserin bütününde veya eserin kimliğini belirleyici bir parçasında da görülebileceği için eserin özelliğini etkileyecek bu tür parçasının değiştirilmesi, çoğu zaman bu hakkı ihlal etmek anlamına gelir ve tazmin edilmesi gerekir.
Bu açıklama dahilinde FSEK 16. maddesini şu şekilde detaylandırabiliriz; Eserin adı ve muhtevası ile şekil olarak eserin kendisi bir bütünlük arz ettiği için; bu bütünlüğün korunmasında eser sahibinin manevi bir çıkarının olduğu oldukça açıktır. Bu nedenle ondan izinsiz, eserde veya “yapı”da özelliği (veya sahibinin kişiliğini kötü yönde) etkileyecek her değişiklik hak ihlali sayılmaktadır. Eserin adı yahut muhteva veya biçimi yönünden eserin kendisinde yapılacak bir değişikliğe karşı koyma hakkı; yukarıdaki görüşler doğrultusunda, ya eser sahibinin şeref ve itibarının zedelenmesi veya eserin nitelik ve özelliğinin bozulması halinde söz konusudur.
FSEK madde 16/2 gereğince; esere ilişkin mali hakların devri sırasında eser sahibi, eserde değişiklik yapma yetkisini de yazılı bir belge veya bir sözleşme maddesiyle işverene veya yapı sahibine verebilir. Ek olarak eser sahibinden işlenme, çoğaltma (yani yapının imal edilmesi, projelerin binaya uygulanması), temsil veya yayma haklarını devir almış olanların, bu haklarını kullanabilmeleri için eserde zorunlu olan değiştirmeleri yapabileceklerini söyleyebiliriz. Watch Full Movie Online Streaming Online and Download
Ancak yapılan değişiklik objektif olarak eser sahibinin şeref ve itibarını düşürüyor yahut eserin nitelik ve özelliğini bozuyor ise eser sahibi (önceden izin vermiş olsa bile) bu değişikliklere karşı koyabilir ve eserin kamuya sunulmasını engelleyebilir. Eser sahibinin bu konudaki yetkisinden sözleşmeyle tamamen feragati de FSEK madde 16/3 gereğince hükümsüzdür .
Yargıtay 2001 yılındaki verdiği bir kararda; “güzel sanat eserinin (mimari proje), haksız ve eser sahibinin rızası olmadan değiştirilmesi halinde, eski halin iadesi mümkünse ve değişikliğin kaldırılması kamunun ve malikinin menfaatlerini esaslı surette haleldar etmiyorsa, eserin eski hale getirileceğini …” belirtmiştir. Ayrıca bu kararda, “şayet değişiklik nedeniyle bir infaz (yani bazı kısımların yıkılması) yapılacaksa, bu infazın ne şekilde yapılacağının da karar kısmında ayrıntılı olarak açıklanarak ve somut olarak eski hale getirme kararı verilmesi gerektiği” üzerinde durulmuştur.
Yapı ve bina niteliğindeki mimari eserlerin -anıtlar ve benzerleri bir yana bırakılırsa- estetik olma özelliği dikkate alındığında güzel sanat eseri olarak değerlendirileceğini; bilimsel eserler kapsamına giren plan, proje, tasarı ve maketlerdeki koruma yerine burada yapının kendisinin koruma altına alındığını söyleyebiliriz. Ancak mimarlık eserlerinde, estetik olma özelliğinin dışında bir özelliğinin olması daha gerekmektedir. O da fonksiyonel olma zorunluluğudur. Fonksiyonel olma, yani kullanım ve ihtiyaçlara cevap verme unsuru, mimari eserleri diğer güzel sanat eserlerinden ayıran en önemli özelliktir. Bu unsur itibariyle eser sahibi olarak mimarın eserde değişiklik yapılmasını men etme hakkı (FSEK madde 16), diğer güzel sanat eserlerine nazaran önemli ölçüde kısıtlanmıştır. Yargıtay kararlarına göre; kullanım ihtiyaçlarını karşılamak üzere tasarlanmış bir mimari eserin (yapının) değiştirilmesi, diğer güzel sanat eserlerinin değiştirilmesine nazaran daha gevşek bir rejime tabidir.
Mimar, mimari eseri vücuda getirirken, plan ve projeleri yaparken, bunun belirli kullanım ihtiyaçlarına cevap vermek üzere yapıldığını bilir ve ona göre hareket eder. Yukarıda da belirtildiği gibi, diğer güzel sanat eserlerinden farklı olarak mimari eserlerde kullanım amacı estetik mülahazalardan önce gelir. Bu yüzden eser vücuda getirildiği sırada hakim olan kullanım amacı zaman içinde değişir, hatta tamamen ortadan kalkarsa, mimarın da bu yapının yeni ihtiyaçlara göre tadiline veya yıkılarak tamamen ortadan kaldırılmasına katlanması kaçınılmaz bir zorunluluktur. O halde daha mimar proje aşamasında, malike mülkiyet hakkı ve imar mevzuatı çerçevesinde ileride o yapıyı tadil etmek hususunda, mesleki şeref ve itibarını gözetmek kaydıyla yetki vermiş sayılmalıdır. Bu husus doktrin ve yargı içtihatlarında uzun zamandan beri kabul edildiği gibi, Avrupa ülkelerindeki modern telif hakları kanunlarında da hükme bağlanmıştır.
Yargıtay’ın 2004 yılındaki bir kararında; “bir projede değişiklik yapılarak hak ihlal edildiğinin ileri sürülmesi her somut olaya bağlı olarak Medeni Kanun madde 2 anlamında “hakkın kötüye kullanımı” da teşkil edebilmektedir. Bu nedenle özellikle proje sahiplerinin, kendi projelerinde değişikliği bizzat kendisinin yapması veya teknik zorunluluklar nedeniyle yapılan izinsiz değişiklikler halinde, eser sahibinin eserde değişiklik yapıldığı iddiasını hukuken haklı bulmaz.”
Yargıtay, eser sahibinden izin alınmadan yapılan ve zorunluluğu aşan değişiklikler konusunda, eğer yapılan değişiklik mimari eserin özelliğini bozuluyorsa veya eser sahibinin şeref ve itibarına zarar veriyorsa; davacı mimarın, mimari eserle ilgili olarak eski hale iade talebiyle birlikte manevi tazminat istemini de kabul etmektedir. Ancak Türk Hukukunda manevi tazminatın miktarı konusunda Yargıtay’dan kaynaklanan sorun var. Yargıtay’a göre manevi tazminatın miktarı zenginleşmeye neden olamaz. Bu yüzden Yargıtay 5.000 – 10.000 TL’nin üzerinde belirlenen manevi tazminat miktarlarını fazla bulmakta ve yerel mahkemeleri düşük tazminat belirlemeye zorlamaktadır. Düşünün bir milyon dolarlık bir iş yapıyorsunuz, projeniz ve eseriniz beş yıl sonra perişan ediliyor ve siz 5.000 TL tazminatla yetiniyorsunuz. Yargıtay, ne yazık ki kararları ile bu sonuca yol açıyor.